“Bu Evdekiler Taşınmış!”

 

 

“Bir Japon evine giren yabancının ilk düşüneceği şey şu olacaktır: ‘Bu evdekiler taşınmış!’”
Abdi İpekçi bir Japonya gezisinde, geleneksel Japon evine hayran olmuş…

“Oysa evdekiler taşınmamışlardır. Orada belki 7-8 nüfuslu bir aile oturuyordur. Ama yabancı öyle düşünmekte haklıdır. Çünkü ortada mobilya namına hiçbir şey görmemiştir.
Bu şaşırtıcı ve aynı zamanda esrarlı durumun nedeni şudur: Japonlar güzellik ve inceliği daima sadelikte ararlar. Onun için evlerini çoğumuzun yaptığı gibi, eşyaya, tabloya, vazoya, gereksiz süs ve dekora boğmazlar.”
“İçi bomboş odalardan kurulu bir ev, Japon evlerini görmemiş bir insana soğuk, anlamsız ve yadırgatıcı gelebilir. Ama görenler onun ne kadar sıcak, ne kadar sanatkârca, ne kadar güzel, ne kadar iç açıcı bir havası olduğunu bilirler.”*
Abdi İpekçi’nin gözlemlerine göre:
Japonların yatakları bir şilte, sert bir yastık ve yorgandan ibaret. Yatacakları zaman bunları gömme dolaptan çıkarıp yere sererler.
Küçük, şirin Japon feneri de, hava kararınca dolaptan çıkarılıp prize takılır. Tavandan sarkan avizeye gerek yoktur.
Pencerelerde cam pek ender kullanılır. Genellikle kâğıttan yapılır.
Evin en güzel köşesinin duvarında bir girinti, buraya asılmış ince uzun bir resim, yerde de vazonun içinde ikebana yöntemiyle yerleştirilmiş çiçekler: Evin tek süsü budur.
“Büyük bir sanatçı zevkiyle yoğrulan, bambu, ağaç, hasır ve kâğıttan meydana gelen evin minik odaları tabiat kokar. Rüstiktir, sadedir ve şahanedir.” diyerek dile getiriyor hayranlığını Abdi İpekçi.
Doğaya âşıktır Japonlar:
“Evin hizmetçisi küçük kız, hanımına bir gece önce yağmış olan kardan söz ederek demiş ki:
“Kuzum hanımcığım, bu sabah beni alış-verişe göndermeyiniz. Bizim köpek dün gece bahçede karlar içinde dolaşarak küçücük ayakları ile o kadar güzel izler bırakmış ki, adeta bir çiçek resmi gibi. Ben bu güzel resimleri koca nalınlarımla bozmaya kıyamam.”

Japon evini yalnız filmlerde ve fotoğraflarda gördüğüm halde çok benimserim; hayalimdeki evdir. Buralara uymaz, yerleşmiş alışkanlıklarımız vardır; onun için de gizli bir özlem olmaktan öteye gidemeyeceğini bilirim.
Geleneksel Türk evi de sedirleri, yer sofrası, yer yatağıyla pek benzer aslında Japon evine.
Korumacı önlemlerle sahiplerine ve turizme kazandırılanlarla, sayıları az ama çoğalması umudu olan bilinçli insanların çabalarıyla yaşatılanlar sayesinde iyi örneklerini görebiliyoruz. Safranbolu, Beypazarı gezileriyle avunuyoruz. Taraklı’mız, Göynük’ümüz de korunacak diye umuyoruz… Adapazarı’nda bir elin parmaklarını geçer mi acaba sayıları? Birini biliyorum: Suat Teyze’nin evi. Üç katlı ahşap evi için özveriyle uğraştığına değiyor doğrusu; sapasağlam ayakta!
Endüstrileşmeyle birlikte bilimsel altyapı oluşmadan (bizim gibi) karşılaştığımız ürün bolluğunun bedelini, yaşamın her alanına yayılan bayağılaşmayla ödüyoruz.
Gıdadan giyime, iletişimden ulaşıma kadar ihtiyaç fazlası olan her ürün, bayağılaşmanın başka bir boyutu aslında… Sahip olunduğu anda gözden düşen pek çok eşya yok mu evlerimizde?
Hantal mobilyalar, kilim yerine seri üretim makine halıları, yolluklar; plastikten, alçıdan yapılmış, yaldızlanmış süs eşyaları, yapma çiçeklerle gitgide kişiliksizleşen köy evleri… Başında köy yaşamına uygun yemenisiyle sevimli, cana yakın köylü kızının şehre göçünce büründüğü, tuhaf, Arap özentisi kılık…
Binlerce yılın birikiminin, monarşilerin değişmezliği içinde gelişen kültürün, birdenbire fabrika ürünüyle karşılaşması ile başlayan, kontrolsüz yayılan bir süreç…
“Almanların kiç (kitsch) dedikleri değersiz ürüne sebep olan bir zevk körlüğü, çağımızda yaşamın tüm alanlarını, endüstri ürününden geleneksel el sanatları işlerine, şiirinden mimarisine, resminden heykeline, müziğinden sahte duygu gösterilerine değin her şeyi etkisi içine almıştır.”**
Bu zevk körlüğü ne kadar sürecek bilinmez. Toplum yaşamına etkilerinden doğrudan ya da dolaylı, nasibimizi almamız kaçınılmaz.
Gelelim bu yazıyı aslında neden yazdığıma… Yılbaşı alışverişine çıkarsak, gereksiz bir yığın armağan alıp, hem kendimizin hem de sevdiklerimizin yaşam alanlarını daraltmayalım diyecektim. Armağanı almış olmak için almayalım; iş oraya gidiyorsa cayalım, diyecektim… Biraz geç kaldığımın farkındayım ama önümüz bayram, bakarsınız ona faydası olur… Ve belki yeni yılda birazcık daha düşünerek alışveriş etmemize…
Mutlu Yıllar hepimize!

* Abdi İpekçi/ Dünyanın Dört Bucağından
**Adnan Turani/ Çağdaş Sanat Felsefesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir