“ULVİ DER Kİ…”

Osmaneli_07

 Osmaneli:
Osmangazi tarafından 1308 yılında Osmanlı topraklarına katılan ilçe, Rumca ‘kavaklık’ anlamına gelen Lefke adını taşırken, 1913 yılında Osmangazi’ye ithafen Osmaneli ismini almıştır.
Osmaneli, doğal güzelliklerinin yanında görülmeye değer birçok tarihi eseri de barındırmaktadır. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar dönemine ait birçok tarihi kalıntı bulunmaktadır.  Osmaneli’de Bizans dönemine ait su kemerleri, mezarlar, tümülüsler, Selçuklu dönemine ait gözetleme kuleleri, Mimar Sinan tarafından yapılmış Taşköprü kalıntısı ve 450–500 yıllık iki cami, harap olanları bile muhteşem bir görüntü sunan 124 adet 19. yy. sivil mimari örneği “OSMANELİ EVLERİ” saklı bir hazine görüntüsündedir.

Nereye gidersem gideyim, ilginç insanlar gelip beni buluyor. Aramama gerek kalmıyor onları.

Bilecik’in ilçesi, Osmaneli’deyiz… Hep içinden geçeriz de bilmeyiz: Her yıl Ağustos ayının ilk haftası burada “Osmaneli Alaca Karpuz Festivali” düzenlenirmiş. İşte bu yaz, festival kapsamına alınan Sagüsad Fotoğraf Sergisi dolayısıyla gittiğimiz Osmaneli’de, yine bu şaşırtıcı, sıradışı insanlardan biri çıkıyor karşıma: Ulvi Erbaş.

Artık şaşırmıyorum, alıştım…

Çarşı içinde bir dükkân… Dışardan dikkat çekici değil. İçeriye bir göz atıyoruz… Maketler var içerde. Tarihi Osmaneli evlerinin maketleri görünüyor şimdilik. Giriyoruz. İlk akla gelen, tabii, satılık olmaları; ilçede festival de devam ediyor ya… Ama değiller. Onlar satılık değil! Onlar, inanmayacaksınız ama sahiden de, Osmaneli’ye adanmış sanat eserleri… Osmaneli’nin tarihi evleri değil sadece, Osmaneli’nin tekmil tarihi!

Yalnızca basit el aletleri kullanarak bu karmaşık ve tamamen aslına uygun maketleri yapan, 80 yaşında,  yerinde duramayan bir adam: Ulvi Erbaş… Maketleri gösterip bilgi verirken bir bakıyorsunuz tarihöncesi devirlere, bir bakıyorsunuz Haçlı Seferlerine götürmüş sizi… Oradan padişah fermanına, Alman araştırmacılara, tarihi kilisenin çanına, uçkur dokuma tezgâhına, kral mezarına ve… hadi gel de şaşma: Basılmayı bekleyen kitaplarına…

Dedim ya, burada da karşıma çıkacak, biliyorum… Ses kayıt cihazımı ve ne olur ne olmaz, filmin başına bir iş gelir diye edindiğim küçük dijital fotoğraf makinemi çantamdan çıkarıyorum.

Anadolu kasabalarından birinde, geleneksel yaşam içinde ortaya çıkan bu bilimsel şüpheciliğe, bu belgeleme tutkusuna inanamıyorum.

***

“Maketler satılık değildir” yazılı bir tabela asılı duvarda… Maketler…

İşte! Osmaneli’de 4. Murat Köprüsü…

Ve önünde bir kavak maketi ve…

“Ak kavak: Beş kişi zor kucaklar idi.” diye de minik öyküsü…

Bir karasaban,

Bir düven,

Bir buğday dibeği…

İşte şurada;

Su ile çalışan un değirmeni,

Mutaf veya kıl dokuma tezgâhı,

Minik bir uçkur dokuma tezgâhı,

Şurada da bez dokuma tezgâhı…

Cebecioğlu Konağı,

Kelemcioğlu Konağı,

Mehmet Bengüdal’ın mesken binası:

Konağın yapım evresini canlandırmış bu makette Ulvi Erbaş. Yanındaki açıklamasında yerini pek ayrıntılı tarif ettikten sonra sürdürmüş: “… Çatısındaki renkli bezler, o devirde, inşası bu duruma gelen binanın ustasının, bina sahibinin dost ve akrabalarından isteyip de kendisine verilen hediyelerdir.

Bina yanında bulunan kerpiçler, toprak ve saman karışımından meydana gelmiştir. Yanındaki gözlü tahta, kerpiçlerin kalıbıdır. Bu kerpiçlerle iskelet boşlukları doldurulur. İpe bağlı kova ile çamurlar yukarıya çekilir ve kerpiçlerin üzeri sıvanır.”

Gelenek, görenek, yapım tekniği… Her şey var!

  • Eski bir diploma ve yanında da şu açıklama var:

“Bu diploma Cumhuriyet döneminden önce Osmaneli (Lefke) ilçesinde bulunan bir ilkokula ait olup dikkate değer yönü şudur: Müslüman olan öğrenci ve imtihan heyetinde Rum cemaati ruhani reisinin bulunmasıdır.”

  • Bir köşede fosiller görüyoruz. Üzerlerine iliştirdiği bir kâğıtta:

“Osmaneli merkez ilçenin Cami-i Cedit Mahallesinin batı ve güneybatı tarafında bulunan, halk arasında dağ denilen tepelerde ve yamaçlarında taşlaşmış fosiller vardır. Bu fosiller o kadar çoktur ki hayvan ve insanların uğramadığı yerlerde mantar toplar gibi toplanacak durumdadır.

Tepelerin yapısı kumlu taş durumunda olduğundan kışın kar ve yağmur nedeniyle kabarıyor, fosiller de bulundukları yerden ayrılıyorlar.” yazıyor.

Sonra konunun uzmanı olmayan bir üniversite öğretim üyesine bunun nedenini sorduğunu ve onun bilimsel olmayan yorumunu yazıyor; altına da “ Benim verdiğim bilgi çekirdek bilgidir.” diye ekliyor, hep yaptığı gibi…

Bilimselliğe bu kadar önem veriyor, saygı gösteriyor ve bu klişeyi eklemeyi hiç ihmal etmiyor Ulvi Erbaş.

***

Bravo, boş zamanlarını ne güzel değerlendirmiş, deyip geçeceğiniz biri değil asla, Ulvi Erbaş. Ayrıca bu, boş zaman işi falan da değil.

Yemekten sonra tekrar geliriz, deyip ayrılıyoruz. Osmaneli’de gezilecek yerler var, fotoğraf çekeceğiz… Bir daha ne zaman geleceğiz? Söyleşi çok ilgimi çekiyor, ama bu fırsatı da kaçırmak istemiyorum. Yemeği ünlü Yanık Konağın bahçesinde yiyoruz: Gözleme, çay ve Samsa Tatlısı… Tarihi Rum kilisesine gidiyoruz. Görkemli duvarları yer yer yıkılmış. İçerde oynayan küçük yaramazlar fotoğraf çektiğimizi görünce maskaralığa başlıyorlar. Müthiş sıcak bir hava var…

Döndüğümde beni bekler buluyorum Ulvi Erbaş’ı. Bu kez de onun namaz saati geliyor. Camiye gidiyor. Biz o arada oğlu Hüseyin Erbaş’la sohbet ediyoruz.

Elindeki yaylı araba maketini soruyorum. Gayet düzgün bir maket bu.

— Babam bir araba tekerleği için bir hafta uğraşır. Ben tornacıyım;  baba, makinede kesiverelim diyorum. Olmaz! O devrin emeğini yansıtması lazım, diyor.  Evimdeki tek maket budur. Makine gücü kullandığım için buraya kabul etmiyor. Tekerlerini frezede, somununu milini tornada çektiğimiz için onun gözünde değeri yok.

— Biz girdiğimizde bunları satılık sandık.

— Bu üçüncü sene, maketleri sergiye çıkardığı. Çok kişi soruyor. Bu sene artık o yazıları yazdırdım astım, “satılık değildir” diye… Sipariş alıyor musunuz, diye soruyorlar bu sefer.

— Siz yapabilirsiniz…

— Onu da kabul etmiyor… Kültür Bakanı Atilla Koç geldi gördü. Sonra babama atölye açmayı teklif ettiler. “80 yaşındayım, benim maddi bir beklentim yok; Osmaneli’yi sevdiğim için bir katkıda bulunmak istedim.” dedi. İlerde bir müze yaparlar diye müzeye bağışladı.

— Çok meraklı bir insan babanız. Her işte böyle midir?

— Evet, bir şeye el attığı zaman onun en iyisini yapmaya çalışır. Hafızası da çok kuvvetli.

Mesela şurada uçkur dokuma tezgâhı var; onu ta çocukluğunda görmüş anneannesinden. Hafızasında canlandırıyor. Yani 80 yaşında olduğuna göre, 70 sene önce gördüğü bir şeyi… Yaşlılara soruyor, böyle bir şey vardı, diye. Dokumuş olanlar var, ama başka çeşit dokurlarmış onlar. Ağacını yaptı ama iplerin bağlanmasını bilemedi, soruşturdu, bir türlü cevap alamadı.

Bir ay uğraştı sadece iplerini bağlamak için. En sonunda buldu ve şu parçayı dokudu, bıraktı. Yani tezgâh çalışır durumda.

Âdem abi komşumuzdur. (O da yanımızda; arada söze giriyor.) Annesi düğüne gelmişti. Onun dokuduğunu öğrendik sonradan. Onu tanımış olsaydık bulur sorardık.

“Anneniz ne dedi görünce? Doğru mu yapmış Ulvi Amca?” diye soruyorum Âdem Bey’e. Evet, doğru yapmış!

***

“Verdiğim bilgiler çekirdek bilgidir. Hata varsa affoluna!”

O, çeşitli uygarlıklara ait yapıtların tahrip edilerek ortadan kalkması tehlikesine karşı belgelenmeleri gerektiğini düşünüyor. Bu bilgilerin geçerli olması içinse kaynak gösterilmelidir, diyor. Defterleri karıştırırken dikkatimi çekti bu konudaki titizliği: “Doğru olduğuna dair delil bulamadım.” diye belirtmiş mutlaka. Hep delil arıyor.

Defterlerinde yer alan bilgilerin sadece “çekirdek bilgi” olduğunu, hataları varsa düzeltilerek katkıda bulunulmasını rica ediyor. Aydınlatıcı olması bakımından, bundan memnuniyet duyarım, diyor.

“Verdiğim bilgiler çekirdek bilgidir. Hata varsa affoluna!”

Hüseyin Bey de diyor ki:

— Bu yazıyı cama yazdırdı ya; ben çekirdek yerine ön bilgi desek, dedim. Yok, çekirdek olacak, dedi.

***

O sırada içeri giriyor Ulvi Erbaş. Sonunda söyleşi havasına girebiliyoruz.

— Ali oğlu Ulvi Erbaş! Babanızın sohbeti güzeldi anlaşılan, size bu kadar bilgi aktardığına göre…

— O anlattı da, vefat ettikten sonra ben bunları çocuklar rahat okusun diye şiir haline getirdim.

“Bilgi babamdan bana nakledendir

Yazılış babamın ağzındandır

Yazı hikâye değil, asıldır

Savaşa da kısa bir bakıştır.”

— 2002 yılında yazmışsınız. Daha yeni yani!

— Yeni ama ben evvelce hep not aldım bunları. Kitap haline getirmem 2002 yılı.

Babam Çanakkale Savaşında askere gidiyor. Bilecik’te milli müdafaa kurulurken, ilk defa asker olarak oraya yazılıyor. O vefat ettikten sonra ben televizyonda “Son Akın” diye bir film gördüm. Bu son akınsa benim babamın yaptığı işler de ilk akın dedim. Kitabın adını “İlk Akıncı” koymam bu yüzden. Başından çeşitli olaylar geçiyor babamın.  Hem tarihçiydi hem de aynı zamanda rüştiye mezunuydu. Bilgisi bayağı fazlaydı. Kahvede otururdu; anlatsana Ali Aga, derlerdi. O da anlatırdı.

Babamın bana anlattıklarını biraz bilgiyle de besledim.

İstiklal Harbine gönüllü olarak katılıyor. Çanakkale’de yaralanıyor. Dere kenarında kendinden geçiyor. Sesleri hayal meyal duyuyor. Arkadaki askerler acemi, bunu böyle vurulmuş görürlerse korkarlar; bari gömelim deyip bir güzel gömüyorlar. Bayıldığı zaman gözüne ışık girmesin diye gözünü eliyle kapamış. Onun için ağzına gözüne kum girmiyor. Gece oluyor; doktor yaralı var mı diye teftişe çıkıyor. Dereyi geçerken babamın üstüne basıyor. Tam da ağzının üstüne basmış! O zaman o da ayılıyor. Doktor iniltiyi duyunca, vay! siz diri diri gömmüşsünüz, diyor. Hemen çıkarıyorlar oradan.

Her gün bir gemi İstanbul’a yaralı taşıyormuş. Babamın ayakları tutmadığı için gemiye binemiyor. Binemeyince, ertesi gün uzun süre güneşin altında kalıyor ve dili tutuluyor. Tekbir getiremiyor. Onu o halde gören bir adam başına oturuyor, ağzına karpuz veriyor. Eskiden ak karpuz olurdu, Osmanlı karpuzu… vurduğun zaman patlardı… Yiyince dili çözülüyor.

“İnce dilim yaparak ağzıma tutmuş idi

Susuzluğum geçti dilim zikir etmiş idi

Konuşmadan yanımdan hemen ayrılmış idi

Kendime geldim bana yardımcı lazım idi.”

— Babanız yatağında mı öldü, bu kadar maceradan sonra?

— Yatağında öldü.

—Kaç yaşındaydı?

— Elli yedi yaşındaydı.

— Osmaneli’de ne varsa hepsiyle ilgili bilgi toplamışsınız nasıl yaptınız bunu. Bu defteri ne zaman yaptınız?

— Daha önce bunların hepsi not halindeydi. Çocuklara lazım olur diye bilgi topluyordum. Benim Ankara’da bir arkadaşım vardı, Şükrü Güzel diye. Çocukluk arkadaşımdı. Bir gün bana mektup yazdı… Bizim Osmaneli, Bilecik hakkında hiç bilgimiz yok, bilgi veremiyoruz çocuklara; mümkünse bir şeyler yaz gönder, diyordu. O zaman ben bunu hazırlamaya başladım. Sonra teması kestik. Ona gönderemedim. Onun için bu şiir halinde. Çocuklar okusun, Bilecik hakkında bilgi edinsinler diye…

Kültür Bakanı Osmaneli’ye geldiğinde defterleri görmüş ve “Bunları basın!” demiş.

Defterlerden birinin üst başlıkları şöyle:

“Balkan Harbi Özeti

Çanakkale Savaşında malullük.

İstiklal Savaşında Bilecik’te kurulan İlk milli ordunun ilk akıncısı.”

***

Bir kitap, bir de dergi duruyor masanın üstünde: Kitap, İstanbul Üniversitesi Antropoloji Bölümü öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Taylan Akkayan’ın “Değişen Bir Anadolu Kasabası-OSMANELİ” adlı çalışması. Hoca önsözde, Ulvi Erbaş’a Osmaneli hakkında verdiği bilgilerden dolayı teşekkür ediyor.

Bir de Atlas Dergisi’nin 141. sayısı var; Aralık 2004 tarihli… Osmaneli’ye yer vermişler bu sayıda. Tabii, gelip Ulvi Erbaş’la da görüşmüşler.

***

Muhtara yardımcı olmak için tahsildarlık yaparmış Ulvi Erbaş. Eskiden Maliyede çalıştığı için deneyimliymiş ne de olsa… “Vatandaş bana hürmet ederdi, güvenirdi. Pazara geldikleri zaman ben de onları evimde misafir ederdim. Rençper evi, köy evi ama… Ben onların evinde kalırdım. Herkes samimiydi…”

Defterleri karıştırıp duruyorum bir yandan. Her şeyi belgelemiş. Resimlerini çizmiş, açıklama yazmış; yetinmemiş, maketlerini de yapmış. Belediye çöp taşıma aracı… Osmanlı devrinden kalma lağım şebekesi… Bin bir ayrıntı.

— Tarihe meraklı olduğunuza göre başka yerleri de ziyaret ediyor musunuz?

— Hayır, yalnız Osmaneli…

Ülkesine, tarihine, atalarına yürekten bağlı; Osmaneli’ye sevdalı o…

“ULVİ DER Kİ:

Hür insan tarihini bilendir

Tarihini bilen de ecdadını sevendir

Tarihini bilmeyen nankör olup ahmaktır

Başkasına köle olacak, aday ırgattır.” (6.6.2002)

***

“Gençlik emaneti teslim almış

Daima hür yaşatacağım, demiş

Andımdan bilin ki dönmem, demiş

Ecdadına, rahat uyuyun, demiş”

***

ULVİ  der ki: uyumayalım

Ata izinden ayrılmayalım

Truva’nın haline bakalım

Tahtadan atı unutmayalım” (5.10.2002)

Defterlerinden başlıklar:OSMANELİ’NİN GEÇMİŞİNE AİT BİLGİLER:

  • Osmaneli’nin yerleşim yeri ve ilk halkı
  • Yollar, köprüler
  • Konaklar ve yerleri
  • Camiler, tekkeler, türbeler, hanlar, hamamlar, kule ve kaleler
  • Okullar, değirmenler, mezar ve mezarlıklar…
  • Tahıl satış binaları, tabakhaneler, mezbahalar
  • İlçede PTT binaları
  • Paşa mezarı
  • Kilise ve çanı
  • Top sahası
  • Taşköprü mevkii ve Kavak
  • İlçede binalara ait stil ve duvar örgüsü
  • Osmaneli yangınları
  • İpekçilik
  • Osmaneli halkının Osman Bey’le birleşmesi, ilçe adının Lefke iken Osmaneli olması
  • Buğday dövme dibeği ve bulgur yapma işlemi
  • İlçe ve köylerde aydınlanma
  • Bazı belediye hizmetleri
  • İlçede su kaynağı ve su temini
  • Kayık ve sal
  • İlçede Sakarya Irmağının yatak değiştirmesi
  • Osmaneli merkez ilçede;
    • DDY garı, atölyesi, binası
    • Fosil bulunan mevki
    • Bekçi teşkilatı
    • Zirai kazanç, ırgat, işçi ve aletleri, kazanç ve işyerleri
    • Esnaf ve ücretle çalışanlar
    • Osmaneli merkez ilçeyi eşkıya basması
    • Osmaneli merkez ilçeye ilk uçak inişi ve ilk posta evrakının gönderilmesi
    • Kurt sürek avı
    • İstanbul Haydarpaşa Garı ve Eskişehir Hükümet Konağı için taşlar gitmesi hakkında
    • Birinci Haçlı Seferinde ölen Alman kralı hakkında
    • Osmaneli’de Halkevi, bayram kutlamaları, düğünler
    • Osmaneli’ye gelen ilk yenilikler
    • Osmaneli ilçe ve köylerine gelen göçmenler

Pes doğrusu! Bir koltuğa kaç karpuz sığdırdın, Ulvi Amca!?

Kanıtlanmış, belgelenmiş bilgiye, bilimselliğe tutku derecesinde bağlı bir insan o!

İlgilenecek kişilerin, kurumların, yayınevlerinin dikkatine:

Osmaneli’yi, bu şirin Anadolu kasabasını, onun özgün biçemiyle anlatan ciltler dolusu bilgi, belge ve bir de destansı savaş anıları var elinde… Güzelce düzenlenip yayımlanmayı bekliyor…

20/09/2007

Bizim Sakarya Gazetesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir