Side Müzesi ve Dietmar Friese

Fatma ve Dietmar Friese

Söyleşi: Tamay Açıkel

tamayacikel@yahoo.com

 

“Biz yokluk içinde bu işe başladık! Yarım asırdan beri deve kuşu gibi başımızı kuma gömdük! Artık yeter!

İnsan ve hayvan arasındaki fark, bilinç ve kültürden doğan sanattır!

Biz bu kültür zincirinin son halkasıyız.

Anadolu toprağından çıkan kültürlerin eserleri bütün insanlara, hepimize aittir! Öyleyse hepimiz, birlik ve beraberlikle bu eserleri koruma görevini sonuna kadar götürelim!

Side Müzesi’nin durumunu -faziletinize ve kültürünüze emanet ederek- anlattım.

01 / 12 / 2004                                                                                                          Teşekkür ederim.

Dietmar Friese, Heykeltıraş”

Şubat’ın ikinci haftası… Antalya’dayız. Dostlarımız, Sakarya Güzel Sanatlar Derneği (SAGÜSAD) başkanı Hıfzı Kavrayış ve eşi Dilara tanıştırıyor bizi Frieselerle.

Önce telefon edip bir saat sonrası için sözleşiyoruz. Side Müzesi’ne gidip Beyzade Yaycıoğlu’yu buluyoruz. Beyzade, Dietmar Friese’nin yardımcısı, sağ kolu… Hermes heykelinin de olduğu bölümü, sonra da heykel onarım laboratuarını gezdiriyor ve bilgi veriyor bize.

Fatma ve Dietmar Friese Manavgat’ın Evrenseki beldesi, Kalemli köyünde yaşıyorlar.

1955 yılı… Dietmar, o zaman 25 yaşında bir heykeltraş… Almanya’dan kalkıp otostopla Türkiye’ye geliyor. Fatma hanımla Kadıköy’de tanışıyorlar. 1957’de evleniyorlar. Genç Dietmar, Beyoğlu’nda bir atölyede ağaç ve mermer heykeller yaparak hayatını kazanıyor.

IMG_3610

1961 yılında Side’ye gidiyorlar; “hayatları değişiyor”. Dietmar’ın Side aşkı başlıyor. O dönemde Side’nin yolu, suyu, elektriği yok. 200 metrekare arsa satın alıyorlar. Ancak buraya yerleşebilmeleri için para kazanmaları gerek; Almanya’ya gidiyorlar.

Dört yıl sonra biriktirdikleri parayla döndüklerinde, artık su ve elektrik de gelmiştir Side’ye. Ev yapıyorlar, ama bu para evin ancak dış ahşap kısımlarına yetiyor. Sandalyeleri, masaları bile Dietmar yapıyor, kalan malzemeyle… Buzdolabı alamadıkları için Fatma Hanım İstanbul’daki dolabını getiriyor. Onunla idare ediyor, yiyeceklerin bir kısmını da “kuyuya salıyor”.

Sonra yavaş yavaş eksiklerini tamamlıyorlar. Bir kafe açıyorlar. Adı: Apollonik.

Dietmar’ın gönlü heykel yapmaktadır artık… ama düşler erteleniyor.

Side Müzesi’ne 1966 senesinden beri “meslekî bilgileriyle, sanat ve tarih coşkusuyla gönüllü olarak” yardımda bulunuyor ve ona göre bu “çok doğal”.

***

Ordinaryus Prof. Dr. Arif Müfit Mansel başkanlığında 1947 yılında Side kazılarında çıkarılan eserlerin ilk restorasyonları kısıtlı imkânlarla yapılıyor. Bu yüzden de kırık parçaları bağlamak için kullanılan demir çubuk ve pimler zamanla paslanarak mermere zarar veriyor.

2005 yılında, Dietmar Friese’nin önerisi ve çabasıyla, eserlerin onarımı için bir laboratuar kurulması sağlanmış ve bu sayede pek çok mermer heykel kurtarılmış, ama daha yüzlercesi sırada bekliyor. Başka müzelerden de eserler geliyor, onarım için… Side Müzesi Müdür Vekili Arif Küçükçoban´ın da desteğiyle iki yılda 78 eser, ekip tarafından onarılmış.

Beyzade Yaycioglu

Bay Dietmar, müzede dört yıldır eğitim verdiği Beyzade Yaycıoğlu’yla birlikte gerçekleştiriyor bunları. Beyzade’yi çok yetenekli buluyor. İşini sevmesi de çok önemli ona göre: “İşine âşık!” diyor. Ancak, hâlâ kadroya alınmamış; düşük bir ücretle geçici işçi olarak çalışıyor.

 

En son yaptığımız iş ‘Hermes’ti. Tabii en zor çalışmaydı. Demirleri, mermere zarar vermeden çıkartmak, sonra da yenilerini yerleştirmek tabii biraz zor oluyor… Beyzade’nin bazı iyi deneyimleri var. Mesela o yılan… beş altı parça idi, fakat bugün o kadar sağlam ki artık hiçbir şey olmaz. Hermes, her bakımdan hepsinden daha değerli… Bunlarla deneyim kazanmak önemlidir.

Tabii Beyzade’nin bir eksiği var; okumamış! diyor Friese. İlkokulu bitirmiş, o kadar… Fakat el becerisi mükemmel! Birçok işi artık ben yapamıyorum, ona yaptırıyorum. Benden iyi yapıyor. O kadar güzel yetişti, o kadar titiz ki…Ama bazen bakıyorum başkasının da yapabileceği işleri ona yaptırıyorlar; kaynak yap,  şunu yap bunu yap diyorlar. Olmaz! Müdürün bile onu dinlemesi lazım, çünkü çok değerli eşyalar elinde. Bu anlayış da değişecek tabii zamanla… Bir gelişme, bir aşama içinde kendi kendine değişecek bu gibi şeyler… Mecburen değişecek!

Bay Dietmar 2004, 2005 ve 2006 yıllarını kapsayan çok ayrıntılı bir rapor

hazırlamış… Şimdi bütün mesele bu raporun ilgililer tarafından okunması!

Türk Tarih Vakfı’ndan çağırmışlar Bay Dietmar’ı; tanışmak istemişler. Raporu vermiş onlara, destekleme programına alırlar umuduyla…

Rapor hâlâ genel yayın kurulunda bekliyormuş. “Ben Nasreddin Hoca hikâyesine benzetiyorum bunu.” diyor.

Müzelerdeki heykeller ağlıyor; eller düşüyor, kollar düşüyor; yapıştırıyorsun yine düşüyor. Orası çatlıyor, burası patlıyor. İnsanlar gibi… İnsanlar da kendilerine bakmazlarsa hastalanırlar ya… Bunlar da aynıdır. Tedbir almazsan güneş, havanın rutubeti… çeşitli tehlikeler vardır onları da yıpratan. Mermer yiyen, aşındıran bakteriler vardır mesela…

“Onlarla çok uğraştım; sonra vazgeçtim, çünkü benim gücümü aşıyor”, diyor.

 

Yok etmenin ya da önlemenin çaresi yok mu?

Var tabii! Avrupa’da yapılıyor. Bunun iki yolu var. Biri lazerle temizleme yöntemi. Görmek için Almanya’ya gittim. Cihaz 40 bin Euro, yani aşağı yukarı 80 bin YTL… Bizim zavallı fakir(!) kültür bakanlığı bu parayı çıkartamaz!.. Müzelere giriş parayla değil mi? Onunla beslemeleri lazım. Çok ağır bir rapor yazdım, ama ağır olduğu için taşıyamadılar! Ben öyle anlıyorum, çünkü bütün bu sorunları inceliyorum ve çok açık bir lisanla söylüyorum… Hiçbir şeyi gizlemiyorum. Bilsinler uğraşsınlar. Raporumu hep yanımda taşıyorum; size de göstereyim.

 

Bu raporun kültür bakanlığında olması lazım. Hıfzı Bey daha önce sizin verdiğiniz kopyayı kitapçık haline getirip, Kültür Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen’e elden göndermiş. Ona yanıt gelmemiş. Size geldi mi?

Hayır, gelmedi. Raporumu okuyan yok… Sanki almamışlar, görmemişler, farkında değiller! Oraya veriyorum, buraya veriyorum basılsın diye… Kaç tane üniversite var, kaç tane müze var… dağıtmam lazım.  Benim meselem değil bu; bütün insanlığı ilgilendiren bir şey, ama Türkiye’nin emaneti tabii.  AB var, UNESCO var; şu var bu var, ama oralara ulaşmak da zor. AB’den para vereceklerdi desteklemek için; beni aday gösterdiler, ama hava!

IMG_3593

“T.C. müzelerindeki eski mermer heykeller, antik kentler, tiyatrolar Türk turizminin dünyaca tanınmış simgeleridir. Devletin en büyük gelir kaynaklarından biri de turizm olduğuna göre;

O eserlerin gerektiği gibi korunması ve bakımının sağlanması konusunda devletin güçlü maddi – manevi desteğini görmek olağan bir şey olmalıdır.” diyor raporunda.

 

Hermes

Olumlu şeyleri de söylemek lazım: Side’de yapılanları merak edip ziyarete gelen müze müdürlerinin sayısı artıyormuş. Son iki yılda Akdeniz Üniversitesi’nden öğrenciler gelmiş. Aşağı yukarı bir buçuk ay onunla çalışmışlar. Bayağı meraklıymışlar.

Konya’da bir onarım atölyesi yapılmış. Antalya Serik’te yine onarımla ilgili bir eğitim var, ama laboratuar yok! Antalya’da bile üniversitede laboratuar yok. Müzede en mühim şey olan teknik olanaklar yok, eğitimli uzman yok.

Peki, üniversiteler ne güne duruyor?

Akademisyenler pratik yetişmiyorlar, çivi çakmasını bilmiyorlar… Pratik yapan da arkeoloji öğrenecek. Önce onarım yapacak eleman eğitilmeli. Bunun için, sanat akademileriyle arkeoloji fakülteleri ortak çalışacak… Ama bu meslekte yetişen bir talebenin istikbali yoktur. Bir yerde vasıfsız işçi olarak çalışıp çapa sallasa, hakikaten daha iyi para kazanır. Türkiye’nin durumu böyle… Eğitime değer verilmiyor. Üç sene eğitim verdiğim uzmanın aldığı ücret, asgari ücretten de aşağı. Belediyeden, kaymakamlıktan bir şeyler ilave ediyorlar, ama yine gülünç bir para!

Profesörleri dinlemem ben. Onlar pratik çalışanları pek sevmezler. İlerleme istemezler… Akademisyenler umumiyetle el işinden çekiniyorlar. Ellerini kirletmekten hoşlanmazlar. Almanya’da da durum böyle.

Hele arkeologlar teorilerden ayrılmazlar. Yapıcı değillerdir. Dar görüşlü, muhafazakâr, kariyer düşkünüdürler. Hepsi aynı değil tabii…

Ben mantığıma güveniyorum. Tanıştığım talebelere de söylüyorum bunu. Hayatta ezbercilik bir işe yaramıyor; kendi mantığınıza güvenin diyorum. Netice nedir ona bakın. Bütün akademik çalışmalarda… Bir netice çıkıyor mu? Buğday çıkıyor mu, yoksa boşuna harman mı dövülüyor?

***

O, toprak altından çıkan eserleri yaratan insanlar karşısında duyduğu sorumluluğu ve saygıyı aşağıdaki sözlerle dile getiriyor. Atalarından gelen üstün sanat yeteneğini bile ikinci plana atmış bu uğurda; karınca kararınca insanlık mirasını korumaya ve yaşatmaya çalışıyor:

Arkeologlar insanı unutuyorlar. Eski bir yapı olsun, heykel olsun, mabet olsun… Eseri ölçüyorlar biçiyorlar, üzerine yazıyorlar; fakat buna bağlı insanı unutuyorlar. Tek bir eserin içinde neler var, neler var! Anlatılan zamanın düşünce tarzları, felsefeleri… Bunların hepsini böyle birlikte vermek lazım. Eski insanlara çok haksızlık yapılıyor; iptidai görülüyorlar… Ben asıl bugünkü insanı iptidai görüyorum. Çünkü bir kopukluğu var; hem gelenekten hem de doğaldan, kaynaktan bir kopukluğu var. İster dindar ol, ister olma, ama insanın bir bağı olması lazım. Doğala, kaynağa ve onun geleneğine… Arkeolojiyle uğraşanlar bunu unutmamalı.

***

2004 Senesi Side Müzesinde Onarım ve Araştırma Raporu’nda ise şöyle sesleniyor Dietmar Friese:

“Bütün dünya milliyetlerine mensup, yılda 125 000 turist, Side Müzesi’ni ziyaret edip heykellerini çok dikkatle incelemekteler. Heykellerin yürekler acısı durumunu fark etmektedirler. Türk devletinin imajını olumlu bir düzeye getirmek ve bu paha biçilmez eserleri kurtarmak için elimizden geleni yapalım!”

***

Salonun her köşesinde, sohbet esnasında sürekli gözümüze ilişen sanat yapıtları; tablolar, heykeller ve tabii kitaplar var. Bay Dietmar’ın raporunu taşınabilir belleğe yükledikten sonra bunları inceliyoruz birlikte… Bir yandan da fotoğraf çekiyoruz.

Çok kısa bir sürede yaptığınız heykel bu muydu Bay Dietmar?

IMG_3600

 

Evet, çok kısa sürede yapmıştım bunu… dört saatte filan yaptım; Fatma Hanım’ın annesiyle babası…

“Aynısı!” diyor Fatma Hanım.

Aynısı değil bıyık biraz daha uzundu, teknik bakımdan biraz kırptım onu.

Bronz mu?

 

Bronz. En sağlam şey bu… üç bin sene sonraki arkeologlar bulacaklar…

Bu babam, bu gelinimiz, bu torunumuz…

 

Bakın burada bir bakır var: “Köşe başındaki delikanlılar”… Ekspresyonist… Çok zevkle yaptım bu işi.

IMG_3627

“Bizim ailenin ressamlığı bayağı eskilere gidiyor” derken birkaç yüzyıl öncesinden söz ediyor Bay Dietmar. Babası dünya çapında tanınmış bir ressam: Max Friese. Birçok eser bırakmış; çoğu özel koleksiyonlardaymış. Ayrıca, müzelerde olanlar varmış: Leningrad’da, Dresden’de, Nürnberg’de…

Birkaç sene önce bir sergi açmak istemiş Bay Dietmar. Babasının yüzüncü doğum yıldönümünde… Kendi resim ve heykelleriyle babasının resimleri… İki kuşak bir arada. Ne hoş olacakmış! Olmamış.

Duvarda asılı bir resmin önünde duruyoruz:

Aliye Berger bu. El baskısı… Aliye’yle çok samimiydik. Bizim atölyemiz Beyoğlu’nda Narmanlı Yurdu’ndaydı. Sol köşede de onun atölyesi vardı. Komşuyduk. Bir teknik sorunu olduğu zaman da hemen koşa koşa bize geliyordu.

Atölyenizde neler üretiyordunuz?

O zaman hediyelik eşya yapıyorduk. Manzaralar, oymalar… bilhassa ahşap işleri yapıyordum. Ferdinand Gross adlı bir heykeltıraşla beraber çalışıyorduk. Şu gördüğünüz bronz işlerini, madeni işleri hep ondan öğrendim. O çok güzel yapıyordu. Her şeyin evvela ustasını bulmak lazım. İşte bunun ustası o idi.

 

IMG_3606

Fatma Hanım – Max Friese’nin tablosu

 

Köy hayatı ne de olsa… geceleri erken yatmak zorunda Frieseler. En geç saat onda yatıp sabah beş-beş buçukta kalkıyorlarmış: “Köpek kapıya vurur, ördekler bağırır, kediler ayağına dolaşır…”

Pekin ördeği besliyorlar bahçede. Bembeyaz, beş tane…

“Çok güzel ördekler… çok akıllı çok sevimli…” diyor Bay Dietmar.

Şikâyet ediyorlar. Açız diyorlar; hepsi birden konuşuyor… Dillerinden anlıyorum ben, onlar da gelip anlatıyor. Yasakları fevkalade öğreniyorlar. Küçük havuzları var; büyük havuz yasak… Ona gitmiyorlar. Ama küçük havuzun suyu kirlendiği zaman…yanıma gelip bir bana, bir oraya bakıyorlar. Eğer farkına varmazsam hepsi birden büyük havuzda dolaşmaya başlıyor! Onların pisliğinin içine girip yüzmek ister miyim? Tabii hemen bağırıyorum, çağırıyorum, taş atıyorum… Bir fırsatını bulup yine gidiyorlar…bize baka baka hop! tekrar atlıyorlar. Ya su seviyesi eksik ya da su kirlidir. Su dolduruyorum… bitti! Yani öğretiyorlar.

Şöminenin karşısındaki koltuğun altında ne var biliyor musunuz? Üç kedi yavrusu ve anneleri!.. Bay Dietmar’ın koltuğu bu. “Sabah kedi kayboldu. Aradım, bulamadım. Bir gün sonra, acıkınca çıktı ortaya.” diyor Fatma Hanım.

***

Neredeyse çat kapı gittik evlerine… Kapılarını ve yüreklerini açıverdiler, kırk yıllık dost gibi… Sohbet uzadı, bu arada hava karardı; bahçeyi doğru dürüst göremedik…

Oğulları üst katta oturuyor. Eşi Alman. Side’deki Apollonik Kafe’yi onlar işletiyorlar. Tanışamadık… Bir sonraki gelişimize erteledik.

***

Üzerinde durup düşünülmesi gereken bir yaşam, daha doğrusu bir seçim Dietmar Friese’nin yaşamı. Onun gönülden bağlanıp kırk yıldır hizmet ettiği müzeye hiç değilse altın yumurtlayan tavuk gözüyle bakabilse yetkililer. Çünkü devletin en büyük gelir kaynaklarından biri turizm.

Özetlersek; en kısa zamanda çözüm bekleyen sorunlar şunlar:

1- 40 bin Euro’luk lazer cihazının zaman geçirmeden alınması

2- Çatı yalıtımının yapılması-“Beton çatıdan içeri sular akıyor!”

3- Bahçede bulunan eserleri koruyacak çatıların yapılması- “O heykeller simsiyah oldular!”

4- Laboratuara eklenecek dokümantasyon merkezinin kurulması

5- Müze geliştirme projesi- “Proje olmadan işler yürümez!”

6- Mermer heykel onarım uzmanlarının eğitimi için adım atılması- “Ben yarın yokum!-D. Friese

 

“En mesuliyetli kararları vermeye, son derece titiz bir işçilik sergilemeye mecbur olan, dört yıl eğitilmiş bir mermer heykel onarım ustasına ne kadrosu veriliyor ne de hak ettiği ücreti alabiliyor.”

***

Rapor, yetkili kurumlara ve projeyi desteklemek isteyen kişi, kurum ve kuruluşlara, istedikleri takdirde en kısa zamanda ulaştırılacaktır.

Okuyunuz; seçim sizin:

Dietmar Friese’nin, en küçük bir ayrıntıyı bile atlamaya kıyamayarak oluşturduğu üç yıllık raporunu sadece, “Çok titiz bir çalışma, helal olsun adama!” diye yorumlar ya da azıcık gönlünüzü devreye sokarak, özündeki evrenselliği, birleştiriciliği “apaçık” görürsünüz.

“FAZİLETİNİZE VE KÜLTÜRÜNÜZE EMANET EDEREK” ANLATTIM BEN DE…

05/04/2007

Bizim Sakarya Gazetesi

1 yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir