O, Ressam Olmayı Seçti…

Suzan Batu

 Suzan Batu

İstanbul’da doğdu. Avusturya Lisesi’ni bitirdikten sonra, Avusturya’da Graz Üniversitesi’nde çevirmenlik öğrenimi gördü. Rusça, Almanca, İngilizce ve Fransızca bilir.

Daha sonra resim öğrenimi gördü:

California College of Arts and Crafts’tan lisans, New York’ta Brooklyn College’dan master derecesi alarak mezun oldu. New York’a yerleşti.

Evlidir ve bir oğlu vardır.

Kişisel sergileri:

1991:  Atrium Gallery, Massachusetts

1992: BM Çağdaş Sanat Merkezi, İstanbul

1993: AKM, İstanbul

1994: Taksim Sanat Galerisi, İstanbul

1997: Croxhapox Gallery, Gent, Belçika

AKM, İstanbul

1998-

1999: Jeffrey Coploff Gallery, New York              

2000: Shores Gallery, Amsterdam

2001: Jeffrey Coploff Gallery, New York

2003: Helen Day Art Center, Stowe, Vermont

OHT Gallery, Boston

2004: Jan Kolle Gallery, Gent, Belçika

1980-2003 yılları arasında çeşitli ülkelerde birçok karma sergiye de katıldı.

Onu en çok etkileyen sanatçılar, Bernett Newman, Ellsworth Kelly ve Roy Lichtenstein gibi minimalist ressamlardır.

Resimlerinde canlı renkler ile geleneksel İslam süsleme sanatını hatırlatan arabesk desenleri birleştirerek resimlerine bakanların baş döndürücü bir coşku hissetmelerini sağlamayı amaçlar.

 

O, Ressam Olmayı Seçti…
Suzan’ı çocukluğundan beri tanırım. Özgün kişiliğiyle sempati ve saygı uyandırır çevresinde… Lise çağlarında birbirimize gidip gelirdik; aile hayatlarında rahatlık ve disiplin bir aradaydı. Ortak arkadaşlarımız vardı ve birlikte çok iyi vakit geçirirdik. Yaz tatillerinde annesi (Rus asıllıdır kendisi),  onu ve erkek kardeşini karşısına oturtur Rusça çalıştırırdı. Rus klasiklerini okurlardı birlikte.  Fransızcadan da özel ders alırlardı. Evlerinde Rusça, Türkçe ve İngilizce konuşulurdu; bu çok doğaldı onlar için…
Çok üretken bir ressam o! Önce New York’ta tanındı, sonra da kendi ülkesinde ve Avrupa’da… Sergilerinin listesi bir hayli uzun. O yüzden bu sayfalarda tamamına yer veremedik. Ama kendisiyle, eşi ve oğluyla birlikte İstanbul’da yeni bir yaşama başladıkları şu günlerde, sanatıyla ilgili bir söyleşi yaptık.
Bu sayımızın konuğu: Suzan Batu
Söyleşi: Tamay Açıkel


T.A.: Yıllar sonra tekrar buluştuk. Söyleşimize o günlerden başlayalım istersen…
Evde çok iyi bir eğitim almıştın gerçekten. Çok da disiplinliydiniz; annenin ders saatlerinden hiç ödün vermediğini hatırlıyorum. Seni tercümanlık mesleğine yönlendirmişti çok haklı gerekçelerle. Ama özgür ruhlu bir insan olduğun için kendi yolunu bulmakta gecikmedin sen. Sezgilerine güvenip sabırlı davranmakla iyi ettiğini düşünüyorum; bence o yaşlarda içselleştirmeye başladığın evrensel düşüncenin, ayrıca beyinsel donanımının da etkisi büyük bunda… Ne dersin? 
S.B.: Evet çok disiplinliydik. Allahtan annemin söylediğini değil de yaptığını örnek aldım kısmen ve istemeden. Yani biz onun kurallarına uyardık ama o kimsenin kurallarına uymazdı. Yaratıcılık da buradan çıkıyor diye düşünüyorum. Yani kuralın dışından giden yol varsa, sana daha ilginç gelen o yolu görebilmek ve de oradan gitme iznini kendine vermek… O yolu seçmeyi kendine vazgeçilmez kural yapmak!..
Edebiyat ve düşünce dünyasına karsı olan sevgim de o zamanlardan beri sürüyor. O dersleri ve kitapları severek okumuştum. Disiplin gibi gelmemişti.
T.A.: Ailen desteklemiş miydi resim merakını?
S.B.: Ailem, evet çok desteklemişti resim yapmamı; hala da annem destekler beni. Zaten ne yapmak istesem destekler, o da insana cesaret verir. Resimlerimi çok beğenmediğini de belirtir tabii. Destekler ama beğenmek zorunda değildir. Bazen beğenir.
T.A.: Lise çağında Vakko’nun açtığı desen yarışmasında ilk ödülünü  almıştın.  Bu ödül seni nasıl etkilemişti?
S.B.: Vakko ödülümü tabii ki sevinç ve şaşkınlıkla karşılamıştım. Sonra senelerce o desenin erkek gömleklerinden, mayolarından, kadın tuvaletlerine kadar kullanılmasına; sokaklarda giyilmesine daha da çok şaşırmıştım,  tabii ki sevinmiştim. Ama bir kâğıt parçası göndermişlerdi kazandığım zaman, ne olduğunu zorlukla anlamıştım. Kumaştan bir parça versinler diye halam uğraşmıştı, sonunda da satın almıştı bir parça. Radyodaki bilgi yarışmasına telefon edip doğru cevaplayınca kitap kazanmanız gibiydi aslında.
T.A.: Sanatçının çağının, içinde yaşadığı toplumun değerlerinden, geleneklerinden  etkilenmesi doğal.  Yaratıcılık nedir peki?  Çağının ötesine uzanabilmek midir bir parça da? Büyük sanatçıların zaman zaman anlaşılamayışlarının nedeni bu olabilir mi sence?
S.B.: Yaratıcılık; dediğim gibi, bir yol görüyorsunuz, o yoldan gitmek sizin için vazgeçilmez oluyor ve de oradan gidiyorsunuz. Bu bazen başkalarına da cazip geliyor, o zaman çok yaratıcı oluyorsunuz. Bazen de pek kimseye bir şey ifade etmiyor, o zaman da beceriksiz oluyorsunuz! Ama zamanla ilgili olarak bir iletişim kurabilmek çok önemli kuskusuz. 500 sene evvel yaşamış bir sanatçının eserleri birden bire güncel olabiliyor; bizim için yapılmış, bizim sorunlarımıza yöneltilmiş gibi görünüyor. Bugünse anlaşılmak eskisi gibi uzun sürmüyor. 5 sene gibi bir zaman zarfında çiğnenip tükürülüyorsunuz sanat dünyası ve medya tarafından… Ama o başka bir konu.
T.A.: Resim eğitimini Amerika’da aldın ve sanırım dönmeyi düşünmedin o zamanlar. Sanatçıyı üretmeye teşvik eden farklı bir şeyler var mı orada?
S.B.: Amerika’da… New York’ta diyeceğim, sanatçıyı üretmeye teşvik eden, her yaptığınızın ciddiye alınabilir olması, geçerli sayılması; yaratıcılığın değerli olması ve de yeniliğe çok acık olunması var. İnsan her aklına geleni yapabilir. Aslında bu güzel bir şey… İleriye dönük bir şey… Riskli bir şey. Tabii ki birçok saçmalık da olabiliyor ama zaman içinde zaten belli oluyor bir şeyin kalıcılığı.
T.A.: Soyut resmi, Türk süsleme sanatlarına (ebru, tezhip, minyatür,..) yakınlığı dolayısıyla Türklerin batılılardan daha kolaylıkla benimsemeleri gerekmez miydi?
S.B.: Türk resmi geleneksel sanatlardan kopmuş olarak, batı resmini takip ederek gelişti. Onun için aynı adımlarla ilerleyip kavramlardaki değişiklikleri aynı zorluklarla algılayabildi. Yani figürle uğraşırken birdenbire figürü bırakıp şekillerle çalışmaya başladılar. Zaten herhangi bir geleneksel sanatı kullanmak tabuydu diyebilirim. Ben de zaten buna tepki olarak kendi resimlerimde bariz olarak turistik çağrışımlar yapan arabesk şekiller kullanmıştım.
T.A.: 94’ten sonra  eserlerinde geometriden uzaklaştığın gibi, çok değişik, çılgın malzemeler  (ponponlar, rengarenk boncuklar, rafya, parlak ambalaj kağıtları,…) kullanmaya, organik biçimlere yönelmeye başladın. Bu değişimde anne oluşunun etkisini fark etmek çok etkileyiciydi. Nasıl bir süreçti bu, anlatır mısın?
S.B.: Ben anne olmayla bağlamamıştım aslında ama, o resimleri çocuklar çok sevmişlerdi. O malzemelere geçmemin nedeni, aslında benim bakışımın çok plastik olması, yani benim gözümün 3 boyutluluğu, ağırlığı görmesi. Renkleri iki boyutlu şekil halinde kullansam bile her zaman yer çekimi hissedilir, 3 boyutlu bir niteliği vardır. Ben de bunu daha ileri götürdüm. Bu malzemelerin renkleri benim kullandığım renklerin aynısıydı ve de 3 boyutluydu. Yani 3 boyutlu renklerdi. Tam istediğim şey!  Ama sonra sahici değil de yapay 3 boyutluluğu tercih ettim. Yani 3 boyutluluğu 2 boyutluda hissettirme bir gerilim yaratır ve aslında ben bu gerilimle daha çok ilgilendiğimi anladım. Fakat en son resimlerimde yine bir çeşit 3 boyutluluk kullanıyorum bu tabakların ve de objelerin üzerlerini boyamakla.
T.A.: Sanatının son evrelerinde de Türk geleneksel sanatlarından etkilenişin gözlemleniyor. Sezgisel süreç sanatında da geçerli sanırım; zorlama yok, direnme yok, kendiliğinden.
S.B.: Evet sezgisel süreci  önleyemiyorum. Şimdi,  mesela, resimlerim çok değişti yine.  Aslında zaman o kadar çabuk değişiyor ki benim de ilgilerim değişiyor, dış dünya içine giriyor. Bu bazen problem oluyor. Gerçi niye hala problem olduğunu anlamış değilim çünkü artık bu çok olağan bir durum haline geldi. Artık kimse aynı resmi yapıp durmuyor ömür boyu. Bana da yaptığım her yenilik bir macera gibi geliyor. Şimdi yeni bir maceraya başladım. Aslında başlamıştım…  Şimdi Türkiye’ye dönünce bakalım bu yine nasıl değişecek!
T.A.: Başarılı bir sanat geçmişin var; çeşitli ülkelerde karma ve kişisel sergiler, küratörlük… Kendini sürekli yeniliyorsun… Bunu yeteneğinin yanında, çok disiplinli çalışmana borçlu olduğunu söyleyebilir miyiz?
S.B.: Başarılı diye iltifatın için teşekkür ederim ama ben 79’dan beri resim yapmaktan başka çok az şeye zaman ayırdım. Küratörlük yaptım ve de çok eğlenceliydi fakat çok vaktimi aldı ve de dikkatim dağılıyordu, tekrar yapmadım. Hep yaparım diye düşünüyorum ama daha olmadı. Çok disiplinli de sayılmam ama devamlı resim yapmam gerektiğini düşünürüm ve de hemen özlerim resim yapmayı.
Mesela şimdi bu taşınma işleri girdi araya… Bir an önce başlamak istiyorum artık, ama aynı şehirde taşınınca bile insanin kendine gelmesi zaman alıyor.
T.A.: Artık Türkiye’desiniz…Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar bölümü değerli bir öğretim üyesi kazandı… Öğretmenlik deneyimin olmuş muydu daha önce?
S.B.: Daha önce Brooklyn College’de asistanlık yapmıştım, seminerler düzenlemiştim, okullarda misafir sanatçılık yapmıştım, en son da Avusturya’da bir workshop düzenlemiştim, Graz üniversitesinde geçen ders yılının sonunda… Gençlerle çalışmayı çok seviyorum. Teke tek problemleri çözüyoruz. Çok yoğun geçiyor benim için. Dilerim onlar da faydalanıyorlardır.
T.A.: Bu geçiş döneminde bize de zaman ayırdığın için çok teşekkür ederiz.
S.B.: Ben de teşekkür ederim.

 

 

Tamay Açıkel /Gren Dergisi – 2004
Fotoğraf: İ.Arzu Açıkel/ 2013
   

Başka bir söyleşi: 
http://www.lightmillennium.org/march_april/SBaturop.htm

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir