Benzeye benzeye…

Demokrasi… İnsanlığın ortak aklının, vicdanının, bugün için en akla yakını budur, dediği yönetim biçimi… Çağdaş Türkiye’nin birer bireyi olarak görevimiz, onun ayakları üzerinde durma çabalarına destek vermek ve hepimizin ortak kararlılığı da bu ülkeyi çağdaş ülkeler düzeyine yükseltmek olmalı.

Laikliği tartışıyorlar hâlâ, şaşıyorum… Demokrasinin birinci koşulu olan laikliği… Bu ülkede doğdum; okullara gittim, yaşadım… Çocuklarım da burada yaşıyorlar. 87 yıllık cumhuriyet benim babamla yaşıt! Cefakâr atalarımızın, Atatürk’ün en büyük eseri… Herkesin de benzer bir nedeni vardır cumhuriyete saygı, sevgi beslemek, şükran duymak için.

Bir kadın olarak özellikle kadınlara şaşıyorum. Her türlü akıl çelmenin, beyin yıkamanın, vicdan ve inanç sömürüsünün baş hedefi oldular. Oysa bir ağırbaşlılık, bir bilgelik vardır benim bildiğim, analığın doğasında…

Bilgiye, bilime saygı vardı bu ülkenin insanında.

Ne saçma geliyor bu olup bitenler… Düşünüyorum da; kimseye fenalığı dokunmayacak yapıda, işinde gücünde, kendi halinde insanlarız biz… Bütün bunlara katlanmamız ve sabretmemiz gerektiğine inanamıyorum. Öyle bir ağırlık, bir yürek darlığı ki… Birileriyle paylaşsam da avunamıyorum.

***

Aklıma gelen başka konular da pek iç açıcı değil şu ara… Ama sonra unutacağım, biliyorum; yazayım bari sıcağı sıcağına…

Emirdağ’a gidip mezarlık ziyareti yapmıştık bayram arifesi… Üzüldüm. Uzaktan bakınca düzgün görünüyor ama yakına gidince öyle değil. Hatta bazı yerlerinde bakımsızlık içler acısı.

Biz Türkler mezarlıklarımıza gereken özeni göstermeyiz nedense. Hoş, sokaklarımıza gösteriyor muyuz ki… Ortak alanlarda bize neyi layık görüyorlarsa onunla yetiniyoruz. Evlerimizdir bizim sorumluluk alanımız. Evlerimiz; salonumuz, perdelerimiz, mutfağımız…

Filmlerde görmüyor muyuz, ellerin mezarlıkları çiçek gibi… Bu bir kültür meselesi ama sonradan öğrenilmeyecek bir şey de değil. Tüketime gelince her şeyi nasıl taklit ediyor, hemen benimsiyoruz…

Mezarlığın ana yollarında çeşmeler var. Suyu aşağılarda bulamıyorsunuz. İstediğiniz kadar çiçek ekin, taşıma suyla çiçek çimen yaşatamazsınız. Otlar bitmiş, çiçekleri boğmuş, her yeri kaplamış. Hepsi sapsarı, kupkuru… Hüzün verici bir tablo değil mi bu?

Tabii görevlilerden belli bir ücret karşılığında özel muamele talep edebilirsiniz. Bunu yapanlar var… Bir bakıyorsunuz şurada çiçekler sulanmış, capcanlı; çimler biçili, mezar taşları ışıl ışıl… Neye yarar? Sağında solunda perişanlık olduktan sonra.

Yetkililere soruyorum; yakınları ilgilenmiyorsa ya da uzakta olduğu için ilgilenemiyorsa kendi haline mi terk edeceksiniz siz de? Burada da mı ayrı gayrı? Suyu eşit dağıtmak, bir hortumla her köşeye ulaşır hale getirmek zor bir şey mi? Bakımından, temizliğinden sorumlu birkaç işçi görevlendirmek?

Yarım gün çalıştırın… Yahut haftanın belli günleri burada, diğer günler başka yerde çalışsınlar… İstenirse bir çözüm bulunur. Bağışımızı yaparız, bahşişimizi veririz biz de seve seve. Görünce içimiz burkulmasın, yakınlarımızı yitirmenin acısına bir de suçluluk duygusu eklenmesin yeter ki…

***

Bugün hava pek güzel… Ama akşamlar serin artık. Birkaç gündür de yağmur vardı… Sonbahar yüzünü gösteriyor işte yavaş yavaş… Ne demişler; “Benzeye benzeye yaz, benzeye benzeye kış!”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir